
“Attan düşeni en iyi attan düşen anlarmış.”
Türk Atasözü
En iyi şifacıların yaralı olanlar olduğunu düşündüğümüzde terapistin de bir anlamda attan düşüp yaralanmış olması ve bu yaralarını iyileştirmenin bir yolunu bulmuş olması niyet edilir. Bu açıdan baktığımızda terapistin en temelde danışan rolünde olmasının nasıl bir his olduğunu içgüdüsel olarak bilmesi önemlidir. Kendilikle çalışan terapistin danışanı ile yürüteceği terapötik süreçteki en belirleyici yönü empatik olabilmesidir. Bir terapistin kendisine başvuran danışanı ile empatik bir ilişki kurabilmesi, öncelikle kendisinin de daha önce bunu yaşamış, hissetmiş olabilmesi ile ilintilidir.
Bir kişi terapist olma yolculuğunda bir çok dersten, eğitimden, hocadan, süpervizyondan ve ilişkiden geçer. İster öğrenci isterse sahada çalışan aktif bir terapist olsun. Terapiste gitmenin utanılacak bir şey olmadığını bilmesine rağmen, kimsenin kendisini herhangi bir terapistin ofisine girerken görmesini istemez. Çünkü hiçbir entellektüel donanım bizi yardım arayan rolüne eşlik eden kırılganlık ve hayatımızın ifşa edilmesi korkusuna hazırlayamaz.
Bireysel olarak kendini keşfetme yolculuğuna çıkan ve bu süreçte yolu başka bir terapistle kesişen terapist artık bir terapist değil, bir terapistin danışanıdır. Kendi terapisinden geçen terapistin gerçekliği kendi hikayesindeki yardım arayan danışan rolü ile terapist olarak kendi danışanının zorlandığı zamanlarda, terapist-danışan ve terapistin içindeki danışanın kesiştiği anlarda başlar.
Terapistin ve içindeki yaralı tarafın, yardım arayan danışanın da benzer durumlarda olduğu zamanlarda danışanıyla bağlantı kurması, onu derinden hissetmesi, kendisine o zamanlarda neyin yardımcı olduğunu hatırlaması danışanla terapist arasında ortak bir duygu dili oluşmasını sağlar. Kalpten kalbe giden bu yolculukta danışan, terapisti tarafından anlaşıldığı hissini yaşar. Birlikte inşaa edilen bu ortak dil iyi bir süreci beraberinde getirir ve her seans hem danışan hem de terapist tarafından iple çekilir. Aynı yolun yolcusu, biri diğerinden daha tecrübeli iki yaralı yürek öncelikle insan insana ilişki kurmayı öğrenir. Bu ilişkide terapist rolü de danışan rolü de sık sık değişir. Bazen danışan terapist olur bazen de terapist danışan. İnsana iyi gelen şey de tam olarak budur. O da benim gibiymiş. Onun da yaraları varmış. O da anlaşılmamış. O da korkmuş. O da duygularını yönetmekte zorlanmış. Hal böyle olunca idealize edilen “terapistin” de insan olduğu, onun da hayatında çeşitli zorluklar yaşadığı ve insan olma yolculuğunda üstünden gelebildiği, gelmekte zorlandığı ve üstesinden gelemediği meselelerin olduğu hissi danışana tam olarak “insan olma” özgürlüğü verir. İki insan arasında kurulan bu özden öze ilişki, doğaldır, samimidir, spontanedir. İçten kurulan bu bağ psikanalitik terapi de her iki tarafa da kafadan değil kalpten yapılan bir konuşma gibi gelir.
Bu süreç terapistin uzmanlığı ile yol alırken, danışana insan olarak gerçek kendiliğiyle varolabildiği bir alan oluşturur. Ve bu kalpten konuşmaların akıp gittiği sürece bazıları sohbet der bazıları terapi. İşin aslında kimin süreci nasıl tanımladığının bir önemi de yoktur. Önemli olan danışanın şifa görmesidir…